19 Aralık 2014 Cuma

Bağlanma Kuramı, Imprinting ve Hassas Devre

Turhan Yörükan'ın "Bağlanma ve Sonraki Yaşlarda Görülen Etkileri" kitabından öğrediklerimi paylaşmaya devam! 

Imprinting, bağlanma kuramını etkileyen en önemli olgulardan bir tanesidir. Imprinting, hassas devre denilen ilk gelişme safhasında süratle meydana gelerek güçlü ve kolayca değişmeyen bir algılama, iz bırakan özel amaçlı bir öğrenme şekli imiş. Konrad Lorenz denilen bir etholog yaban kazları üzerinde bir araştırma yapmış. Yaban kazları gibi doğduktan kısa bir süre sonra ve hemen hareket edebilen hayvan türlerinde takip etme tepkisi varmış. Bir insan tarafından büyütülmekte olan kazlar anneleri veya kendi türünden bir canlı yerine onları büyütmekte olan bir insana, yani doğada ilk defa gördükleri bir canlıya bağlanabilmekte ve onları takip edebilmektelermiş. Genel olarak hareket eden objelere bağlanıp takip ediyorlarmış ve bu davranış yumurtadan çıktıktan sonra 13 ile 16. saatler arasında en etkili şekilde gerçekleşiyormuş, ancak 32. saatten sonra gerçekleşmiyormuş. Dolayısıyla imprinting belli bir dönemde gerçekleşiyormuş.

Hayvanlarda görülen imprinting olayına benzer bir şekilde insanlarda da bağlanma olgusu görülür. Bağlanmanın imprinting olayında olduğu gibi hassas devrede gerçekleşmesi gerekmektedir. Bowlby, bağlanmada hassas devrenin yaklaşık olarak iki buçuk yaştan önce meydana geldiğini, bu yaştan sonra bağlanma kabiliyetinin kaybedildiğini ileri sürmektedir. Zira, çocuklukta insanlardan uzak kalmış veya hayvanlarla yaşamış çocukların daha sonra insan gibi davranamadıkları, hayvanlarla aynileştikleri görülmüştür. Ormanda bulunan diğer çocuklara göre erken bir yaşta Hindistan'da bulunan 3 yaşındaki bir kız çocuğunun bulunduğunda dört ayak üzerinde yürüdüğü, ayı gibi homurdandığı ve yiyip içtiği, kendisini yakalamaya çalışanları ısırmaya ve tırmalamaya çalıştığı görülmüş. Bu kız çocuğu sonradan insan gibi yiyip içmeyi öğrenmiş, ancak konuşmayı öğrenememiş, söylenenleri anlamıyormuş, sadece sık sık yüksek sesle gülüyormuş. Bu örnek, kalıtım faktörünün ancak bir potansiyelin varlığına işaret ettiğini ve gelişmeyi başlatmak bakımından sanıldığı kadar etkili bir unsur olmadığını, insanoğlunun bu potansiyeli harekete geçirebilmesi için bir insani etkileşmeye, özellikle de sosyo-kültürel bir çevreye ihtiyacı olduğunu, sosyalleşme denen süreci yaşaması gerektiğini ortaya koyuyor. Hassas dönemde bebeğe bakan annenin yakın ve sıcak ilgisinin bebeğin annesine bağlanmasında ve insana benzemesinde (aynileşmesinde) hayati öneminin bulunduğu, bebeğin sadece kişilik gelişiminin değil, bedensel gelişmesinin de uygun bir insani ilişkinin var olmasına bağlı olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bağlanmanın olmadığı, bebeğin kendini güvensiz hissettiği bir ortamda stres yaşaması nedeniyle büyüme hormonlarının yeterince salgılanamadığı ve bebeklerin fiziksel gelişiminin de sınırlı olduğu gözlemlerle ortaya konulmuştur.

Bowlby, bağlanmanın doğumdan sonraki haftalarda düşük bir seviyede bulunduğunu, ikinci ve üçüncü aylarda artan bir seviye gösterdiğini, altı aydan sonra kendini açık bir şekilde gösterdiğini ileri sürmüştür. Daha sonraki çalışmalar, hassas devrenin beyinsel ve sinirsel bir gelişme ile ilgili bulunduğu, altı aydan onsekiz - yirmidört aya kadar süren bir devrede bebeklerin tanıdık olmayan kimselere karşı ihtiyatlı ve çekingen bir tavır takındıkları, bu da hassas devrenin bu dönemde etkili olmaya başladığını ortaya koymuştur. Bu noktada, "Hamilelikte Annenin Psikolojisi Çocuğu Etkiliyor" yazımda belirttiğim üzere, bağlanma süreci hamileliğin son üç ayında beynin oluşumuyla birlikte başladığını iddia edenler de olduğunu hatırlatmak isterim.

Imprinting kavramından yola çıkılarak bağlanma bebeği annesine, annesini de bebeğe bağlayan bir süreç olarak görülüyor. Bebeğin yaklaşma davranışına anne aynı duyarlılıkla cevap vermekte, bu da neslin devamını sağlamaktaymış. Annenin her davranışına bebeğin verdiği tepki, annenin davranışına tekrar şekil vermesine sebep olmakta, böylece bebek hem isteklerini kabul ettiren hem de karşısında değişiklik isteyen bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır. Bebekler oturmaktan çok hareket eden, konuşan bir anne babaya tepki vermeyi tercih ediyorlarmış. Bebekler diğer seslerden çok insan sesine tepki veriyomuş. Yine insan yüzleri ilgisini çekiyormuş. Dolayısıyla, bebekler de hayvanlarda görüldüğü gibi bağlanılacak objeyi seçiyormuş.

Yapılan bir araştırmada, doğumdan hemen sonraki bir aylık süreç içerisinde bebekleriyle daha fazla temas halinde olan annelerin bebeklerine bedensel olarak daha yakın olmayı tercih ettikleri, diğer annelere göre bebekleri için daha yatıştırıcı ve kucaklayıcı bir anne oldukları, bebeklerin de bedensel ve zihinsel gelişme açısından daha yüksek puanlar aldıkları görülmüş. Ayrıca, doğum sırasında salgılanan hormonların annelerin dikkatlerini bebeklerine çevirmelerine sebep olduğu ve onları bir bağlanma davranışına yönlendirdiği yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Yine, annesinin memesinden süt emerek beslenmiş 12 günlük bebeklerin annelerinin koltuk altı kokularını fark ettikleri ve tercih ettikleri bulunmuştur. Öte yandan, doğumdan sonraki ilk birkaç gün içerisinde annesinden ayrı kalmış bebeklerin yeni yürümeye başladıkları bir dönemde annelerinden kötü muamele görebileceklerine dair araştırmalar da bulunmaktadır.

Bowlby, bebek sık sık yalnız bırakıldıktan sonra kendisiyle tekrar birlikte olunacağını biliyorsa veya ayrılıktan sonra tekrar biraraya gelindiğini öğrenmiş ise bu durumun bebeğin ayrılma şartlarına daha iyi uyum sağlamasına yol açabileğini, eğer ayrılma sürecini alışık olduğu bir çevrede oyuncakları ile birlikte geçiyorsa bebeğin ayrılık endişesinin azaldığını ifade etmektedir. Ancak, anne ile bebek arasındaki ayrılık süreci uzun bir süre devam ederse sonuçlarının yıkıcı olacağı belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere, anne ile bebek arasında bağlanmanın gerçekleşmesi için ilk iki yıl kritik bir devre. Özellikle ilk bir yıllık süreç çok kritik. Bu nedenle çalışan annelerin koşullarını zorlayıp ilk bir yıl mümkün olduğunca çok çocukları ile birlikte olmalarında her açıdan fayda bulunmaktadır. Öte yandan, çalışan annelere bir bebeğin hassas devrede birden fazla kişiye bağlanabileceklerini hatırlatmak isterim. Baba, kardeş, büyükanne, büyükbaba veya bir başka kişiye bağlanması mümkündür, fakat bağlanacağı kişi sayısı sınırsız değildir ve bu sayı 4-5 kişi civarındadır. Ancak, bu 4-5 kişi arasından sadece bir tanesi esas bağlanılan kişi olacaktır. Evde birlikte olduğunuz sürede yeterince yakın bir ilişki kurmuşsanız ve işten gelince de yeterince ilgileniyorsanız, işte olsanız bile bebeğiniz esas olarak size bağlanmış olarak kalacaktır. Ama yeterince yakın bir ilişki yoksa, çok düşük bir ihtimal de olsa bebeğinizin kendisi ile daha yakın ilişki kuran bir başkasını esas bağlanılan kişi olarak seçmesi mümkündür. İsrail'deki Kibbutz'larda annelerin çocuklarını gün içinde bakıcılara bırakmalarına, bu bakıcıların beslenme dahil tüm ihtiyaçlarını karşılamalarına ve çocukları ile akşamları sadece 2-3 saat birlikte olmalarına karşın çocukların esas olarak bakıcılarına değil, annelerine bağlandığı görülmüş. Dediğim gibi, bir anne olarak yakın ve sıcak bir ilişki kurmuşsanız esas bağlanılan kişi siz olacaksınız. O yüzden işe başlamadan önce bebeğinizin bağlandığı birisini bakıcı olarak tayin ederseniz, bebeğiniz siz yokken kendini daha güvende hissedecektir. Bence aile üyeleri dışında bir kişinin bebeğinize bakması gerekiyorsa, işe başlamadan önce titizlikle araştırıp içinizi nispeten rahat ettirecek bir bakıcı bulmanız ve bu bakıcıya çocuğunuzun bağlanması için bir süre birlikte vakit geçirmeniz hem bebeğiniz hem de bakıcınızı daha iyi tanımanız açısından daha iyi olacaktır. Unutmayın ki, bebeğiniz bağlandığı kişilerle olan ilişkilerine göre kendisi ve dünya hakkında bir algı geliştiriyor ve bu algı yetişkinlik ilişkilerini de etkiliyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder