21 Nisan 2017 Cuma

Yaşanan Travma Sonraki Kuşaklara Kalıtım Yoluyla Geçer mi?

Bugün demek ki yine bir başka işleri erteleme günü! ve bir yerlerde aklımdaki bir iki yazıyı ekleme ihtiyacı duyduğum bloğuma uğrama günü (Bu arada bu erteleme alışkanlığından kurtulmak! için daha yeni “Prokrastineyşın” kitabını okudum J). Son yazdığım yazılardan bu yana gene bir sürü kitap okudum. Konularım beslenme gibi basit fizyolojik konulardan çocuğumun kendine saygısı ve sevgisi olan ve yine içinde bulunduğu topluma ve diğerlerine sevgi ve saygısı olan bir bireye doğru evrilmesine nasıl katkıda bulunuruma doğru değişti. Sanırım bu kısım beni zorlayan bir aşama oldu. Zaman zaman sinirlerime hakim olmakta zorlandığım anları da bu dönemde yaşadım. Okuduğum yazarların bir kısmının bahsettiği bir kavram vardır; çocukla birlikte büyümek. Bu benim için de geçerli.

İlk yazılarımı yazmaya başladığım zamanları, aslında benim de hayata ilk adımlarımı başlamaya zamanlar gibi adlandırsam çok yanlış olmaz. O zamanlar güneş doğsa da bir sis perdesinin ardından doğuyor gibiymiş, bilmiyordum. Şimdilerde fark ediyordum.

Her anne ya da baba zaman zaman düşünür herhalde minicik eller elindeyken; nasıl bir yetişkin olacaksın? Evet bizim hatalarımız ve doğrularımız tabii ki etki edecektir. Ancak, her çocuğun doğuştan getirdiği bir karakterinin de olduğu yadsınamaz bir gerçek. Muhtemelen aynı anne ve babadan farklı karakterde yetişkinlerin çıkması biraz bu karakterden, biraz kardeş sıralamasında nerede olduğundan (zira bizim neslin birinci çocuğu olmak bir şans mı şanssızlık mı!) ve anne babalarının yaşam çizgisinde hangi modda olduğundan etkileniyordur. O yüzden hatalarımızın bir kısmını da elimizde olmayan bu koşulların üzerine atmamızda sakınca yok sanırım.

Hayat yolculuğumda başka bir daha iyiye doğru yönelmemin sorumluluğu biraz oğlumun üstüne kaldı. O nedenle zaman zaman keşke dediğim yerler olacaktır. Ancak, benim de suçu yedi kuşak ötedeki atalarıma atmam mümkün!

Son zamanlarda “aile dizimi” gibi bir takım kavramlardan haberdardım. Aile dizimi terapisinin amacının aile geçmişindeki sırları ortaya koyarak kişinin geçmişin olumsuz etkisinden kurtulmasını sağlamak olarak özetlenebilir. Derinliğine inceledim ve denedim desem yalan olur. Psikoloji konusunda yazılarını takip ettiğim birkaç yazardan bu konuda bir şey okumadığım için de ilgilenmedim. Ancak, geçenlerde bir arkadaşımın Facebook’ta paylaştığı bir yazı ilgimi çekti ve paylaşmak istedim. Bigthink.com’da “The bad news: Trauma Can Be Inherited. The Good News – So Can Resilience”. Özetle, anne babalarımız ya da büyükanne büyükbabalarımızın yaşadığı travmatik olayların onların beyinlerinde yarattığı etkinin sonraki nesillere geçebileceğinden bahsediyor. Tersi bir şekilde rezilyant (resilient) bir anne babadan geliyorsak, rezilyant olma olasılığımız yüksektir.

Benim çocukluktan beri tarihe, geçmişe karşı hep ilgim vardı. Tabii ki ilk olarak aile tarihini öğrenmeye çalışırdım. Kaç kardeştiniz? Annen, baban ne zaman öldü? Biz nereden geldik? Aile adımız nereden geliyor? gibi soruları hep sorardım. Tanıştığım insanların da aile geçmişlerini hep merak edip sorarım. Neden soruyorsun? sorusunun mantıklı bir açıklaması da yok aslında; “merak”, belki daha derinde tanımanın yanında belirsizliği belirliliğe çevirmek, bir güven ortamı oluşturmak için kişinin geldiği aile ortamını da bilmek istiyordum. Bilemiyorum. Aile tarihlerini hep merak ederim. Belki de kozmik olarak bulmam gereken bir şey var J O yüzden az çok aile geçmişimi biliyorum. Ailemde çocuk yaşta babanın ölümü, annenin çocuk küçükken hastalanması, göç gibi travmatik yaşantılar var. En yakından anneannem ve dedemi tanıdım. Anneannem hep daha kötümser, dedemse hep daha iyimserdi. En uzun dedem yaşadı, 94 yaşında öldü. Dedemin gülerken gözlerinin içi parlardı. Ben hep bu haliyle hatırlarım dedemi. Kesinlikle maceraperestti. Hayata bağlıydı, azimliydi ve dışadönüktü. Anneannemi anımsadığımda, hüzünlü bir yüz ifadesi belirir zihnimde. Şimdilerde anlıyorum ki, biraz mutsuzdu. Yaşadığı yerleri bırakmak, ailesinden uzak kalmak istememişti. Ancak, meraklı, ketum ve çok nüktedandı. İnsanları makaraya sarıp sonra kahkahayı patlatmasını halen anımsarım. Şimdi düşünüyorum da, biraz her ikisinin de karmasıyım. Bana öyle gelir ki, geçmiş öyle veya böyle şimdiyi etkiliyor. O yüzden geçmişi bilmek şimdiyi anlamayı kolaylaştırıyor. Sırların hayatın akışı bozduğunu düşünüyorum.

Sevgilerimle…

3 Mart 2016 Perşembe

Tuvalet Eğitimi

Bloğa uzun zaman ara verdim. Düzenli yazı yazmak çok vaktimi alıyordu. Biraz da sıkılmıştım, ara vermek iyi geldi. Aklımda kesinlikle yazmalıyım dediğim iki konu vardı. Bunlar birisi emzirmeyi bırakma ve tuvalet eğitimi. Bugün tuvalet eğitimi konusunu yazmaya karar verdim. Benim biraz ertelediğim bir konuydu. Zor olacağını düşünüyordum. Ancak, bir hafta içinde bezi tamamiyle bıraktırdığımda çok şaşırdım. Bu kadar kolay nasıl oldu diye de çok şaşırdım. Anladım ki, çocuğun zihnen hazır olması çok önemli. Aslında tuvalet eğitimi çocuğun kendine güvenini kazanması ve bağımsızlığını elde etmesinde de önemli bir aşama.

Ülkemiz de tuvalet eğitimine erken başlayan ülkeler arasında. Oğlum 2 yaşına yaklaştıkça bazı yaşlıca teyzeler, tuvalet eğitimine 1 yaş civarında nasıl başladıklarına dair hikayeler anlatmaya başladılar. Halbuki doktorlar 2 yaş öncesini çok erken olarak değerlendiriyorlar. Ancak, çocuğunuzun hazır olduğunu hissediyorsanız deneyebilirsiniz.

Çocuk doktorumuza 2 yaş kontrolü için gittiğimizde tuvalet eğitimi hakkında bizi bilgilendirdi. Açıkçası oğlum için erken olduğunu düşündüğümden tuvalet eğitimi hakkında bir araştırma yapmamıştım. Çocuk doktorumuzun ilk söylediği şey 2 yaşın bile bir çocuk için erken olduğunu, ülkemizin tuvalet eğitimine erken başlayan ülkelerden olduğunu söylemesi oldu. Batıdaki ülkelerde 2,5 yaşından önce tuvalet hiç mevzu bahis edilmiyormuş. Çocuk 4-5 yaşındayken bile tuvalet eğitimine başlayan oluyormuş. Bizim ülkemizde bazı kreşler tuvalet eğitimi almamış çocuğu kabul etmiyor bile. Ardından külotsuz çıplak bir şekilde tuvalet eğitime başlanmasının terkedildiğini söyledi. Tuvaletteyken bizi seyretmesinin iyi olacağını anlattı. Bilirsiniz anneler çocuk doğduktan sonra, genelde tuvaletini çocuğun kendisini görebileceği şekilde yapmaya alışıyor. Bu konuda bazı babalar rahatken, bazıları değil. Eşim de rahat değildi. Ancak, çocuk tuvaletteyken anne veya babayı mutlaka görmeli. Doktorumuz son derece basit bir lazımlık almamızı, fazladan hiçbir foksiyonunun olmamasını, çocukla birlikte seçebileceğimizi, biraz onunla oynamasını, üstüne oturup kalkmasını beklemizi, sonra bunun kendisine ait klozeti olduğunu, çişini ve kakasını bizler gibi buna yapabileceğini söylememizi önerdi. Ayrıca, külot ve atlet gibi yeni iç çamaşırları da alabileceğimizi ekledi. Sonra yapmamız gereken ilk şeyin lazımlığına oturtup bezini çıkarmadan kaka yaptırmak ve bezine yaptığı kakasını lazımlığına boşaltarak "Bak kaka yaptın!" dedikten sonra klozete döküp sifonu çekmek olduğunu, daha sonra tuvaletini lazımlığa yapmak istemezse lazımlığı ortalıktan kaldırmamızı, 1 veya 2 ay sonra tekrar denememizi söyledi. Bir de çişini, kakasını lazımlığına yaptığında çok olağanüstü bir sevinç tepkisi vermememizi, sakince aferin kakanı yaptın dememizi, eve gelen herkese, çevreye kakasını yaptı filan diyerek duyurmamamızı, sıradan bir olaymış gibi davranmamızı tavsiye etti. Çocuğumuzun tuvalet eğitimine hazır olduğunu çiş veya kaka yapınca rahatsız olup bezini değiştirtmesinden, kakasını yaparken bir yerlere saklanmasından veya sabah kalktığında bezinin kuru olmasından anlayabilirsiniz dedi. Ben bir yerde de çift ayak zıplayabilmenin çocuğun kaslarının yeterince geliştiğinin ve çişini tutabileceğinin işareti olduğu, bu nedenle çift ayak zıplayabilen çocukların tuvalet eğitimine başlanabileceğini okumuştum.


Oğlumla ne yaptığımız konusuna gelince, doktor görüşmemizden hemen sonra yandaki fotoğraftaki gibi basit bir lazımlık aldık. Koltuk gibi oturması rahat bir lazımlık. Eşim bir de İkea'dan lazımlık aldı. Ancak, İkea'dan aldığımız biraz dar ve küçük bir lazımlık. Ben onu hiç kullanmadım. Oğlum biraz oynadı, koltuk gibi kullandı, ama hiç tuvaletini yapmadı. Ara sıra oturup "Ben çiş yapıyorum." dedi, ama hiç çiş yapmadı. Ben de bir ara ortalıktan kaldırayım, daha sonra tekrar deneriz diye düşündüm. Lazımlığı ortalıktan kaldırınca, yerine geri koymamı istedi. Oğlumun tuvalet eğitimine başladığımız 3 yaş, 3 aylık olduğu zamana kadar işlevsiz bir şekilde bizim tuvaletin önünde bir köşede kaldı. Aldığım yeni külot ve atletleri de kesinlikle denemedi. Giydirmeye kalkınca kıyamet koptu. Ben de uzunca bir süre bu konuda herhangi bir girişimde bulunmadım.

Her zaman yeni bir uygulama öncesi oğlumla mutlaka konuşup onu hazırlarım. Bu sürece yardımcı olması için bir de "Teo'nun Kaka Kitabı" isimli bir kitap aldım. Ben çok beğendim. Oldukça basit bir şekilde olayları anlatıyordu. Ben de kakanın nasıl oluştuğunu tıpkı bu kitaptaki gibi anlatmıştım. Sindirim sistemimizi ve evlerin tesisatlarını da göstererek kakaların nasıl oluştuğu ve nereye gittiği konusu görsel bir şekilde açıklanıyor. Bizim çok işimize yaradı.

Kimi aileler kreşin yardımı ile tuvalet eğitimine başlıyor. Zira, çocuklar kendi yaşıtlarının tuvalete gittiğini görerek kendilerine göre dizayn edilmiş tuvaletlere daha rahat alışabiliyorlar. Ancak, oğlumda kreşin böyle bir etkisi olmadı.

Oğlumun tuvalet eğitimine başladığımda çişini ve kakasını bezine yapmaktan hiç rahatsızlık duymuyordu. Sabahları kalktığında bezi de hiç kuru olmadı. Kakasını yaparken de sağa sola saklanmıyordu. Hatta bazen kokudan yaptığını anlayıp bezini neredeyse zorla biz değiştiriyorduk. Banyodayken bir iki kere küvete kaka yapmışlığı ve kendi isteğiyle çiş yapmışlığı vardı. Böyle durumlarda da neşeleniyordu :) Klozete tuvalet kağıdı atıp sifona basmayı da seviyordu. Zira, bazı çocuklar sifonun sesinden korkuyormuş. Tuvalet eğitiminde ısrar edilirse kakasını yapmayıp kabız  olan çocuklar oluyormuş. Çoğu zaman kaka çocuk tarafından bir uzuv olarak algılanıyormuş. O yüzden kakanın klozete atılması sanki bir parçası atılıyormuş hissi uyandırıyormuş. 

Genelde tuvalet eğitimine başlanırken anne çalışıyorsa izin alıp evde olması isteniyor. Bazen bakıcılar yanlış tepkiler verebiliyorlar veya anne kadar sabırlı olamıyorlar. Her yenilik durumunda olduğu gibi anne sakin olmalı ve bir aksilik olursa kesinlikle kızmamalı, suçlamamalı, diğer çocuklarla kıyaslamamalı. 

Bir de yazın parkta çişi gelince anneleri tarafından ağaç diplerine götürülen çocukları görüp ne yaptıklarını sormuştu. Bez kullanmayan çocukların çişlerini yaptıklarını söyledim. Bir iki kez ne yapıyorlar diyerek sorguladı. Bu gözlemi de ona yardımcı oldu. Hatta tuvalet eğitiminden sonra parkta ağaç sulama işini (!) epeyce bir süre oyuna çevirdi.

Bayram tatili için Ankara'ya annemin yanına gidecektim. Annemin bu süreçte bana yardımcı olacağını düşündüm. Zira, biraz tedirgindim. Bir iki gün de izin aldım. Bir ay öncesinden artık 3 yaşını bitirdiğini, 3 yaşını bitiren çocukların bezini bırakıp tuvaletini klozetlerine yaptıklarını ve külot giydiklerini, bizim de Ankara'ya gittiğimizde bezini çıkartacağımızı anlatmaya başladım. İlk söylediğimde tepki gösterdi. Bir süre sorguladıktan sonra, zamanla fikre alıştı. Ankara'ya giderken külotlarını kendisi yerleştirdi valize. Ankara'da birlikte evdekine benzer bir lazımlık aldık. 3 gün öncesinden geri sayıma başladık. Yani bezi çıkaracağımız güne 3 gün kaldı, 2 gün kaldı ve yarın çıkaracağız gibi. 

Denemeye başladığımız ilk gün ilk yarım saatte 5 kez külot değiştirdim. Çişini tutmaya hiç alışmadığı için devamlı birer ikişer damla çiş yapıyordu. Dışarı çıkardığımda alıştırma külotu giydirdim bir iki kez. Onun dışında alıştırma külotu da kullanmadım. Ancak, benimle birlikte lazımlığına pek oturmak istemedi. Genelde anneannesi ile gitti. Anneannesi daha iyi ikna ediyordu. İlk bir hafta geceleri bezini bağladım. Bir de ilk 3 gün çişini lazımlığına yapmasına rağmen, kakasını lazımlığına yapmayıp külotuna yaptı. O zamanlarda "Önemli değil, ben külotunu temizlerim. İstersen kakanı lazımlığına da yapabilirsin." demek dışında bir şey söylemedim. Üçüncü gün evde kalabalık bir şekilde otururken usulca gelip kakası olduğunu söyledi, ben meşguldüm, teyzesi tuvalete götürdü. O günden sonra çişini kakasını hep lazımlığına yaptı, sabahları da bezi kuru kalktı. Ancak ben tedbiren bir hafta doluncaya kadar geceleri bez bağladım. Bir hafta sonra geceleri de bezini çıkardım. Gece uyandırıp çiş yaptırmak için ilk gece uyandırdım, ama kalkmak istemedi. Ben de bir daha uykusunu bölüp kaldırmadım. Yatmadan önce de su içmesini engellemedim. Ancak, yatmadan önce mutlaka çişe götürdüm. Ara sıra geceleri kaçırdığı oluyor, bazen hiç uyanmıyor bile, tesadüfen gece uyanırsam kontrol ettiğimde fark ediyordum. Şimdi tuvalet eğitimine başlayalı 6 ay oldu. Son 2 aydır geceleri hiç kaçırmıyor. Gündüz bazen oyuna dalıp son anda söyleyip çiş kaçırıyor. Ama o zamanlarda da hiç söylenmiyorum, utandırmıyorum. 

Herkese sevgiler...




23 Haziran 2015 Salı

Çocuğunuza Sınır Koyma

Uzun zamandır blogla ilgilenemiyorum. Bugün bu işe el atayım dedim :) Daha önceki yazılarımda ara ara bahsetmiştim. Çocuğunun yetişmesinde elinden geleni yapan, bağırmamaya çalışan benim neslimin en çok zorlandığı konu çocuğuna sınır koymak. Bu yüzden bir bakıyorsunuz kuralları çocuk koymaya başlamış, patron o olmuş. 

Çocuk sınırlarını bildiği zaman kendisini daha güvende hissediyor. Nerede duracağını bilememek çocuk için de başedilmesi zor bir durum. Ancak, çocuk sınırlarının ne olduğunu tam olarak anlamak için epeyce bir süre kuralları test ediyor. Bazen 10, bazen 20 kez ve belki daha çok kez aynı kuralı ihlal edip anne ve babasının tepkilerinin aynı olup olmadığına bakıyor. Anne ve babanın her seferinde tutarlı olup aynı tepkiyi vermesi gerekiyor. Bir seferinde olsun aman bu sefer de yapsın dediğimizde bir nevi başa dönüyoruz. Çocuk kural demek ki her zaman geçerli değil mesajını alıp o kuralı daha fazla zorlamaya başlıyor. O yüzden kurallar konusunda mümkün olduğunca tutarlı olmalıyız. 

İkinci anahtar konu. Sakin kalmak. Çocuğunuza her kuralı anlatırken, kuralın ihlali halinde ne olacağını açıklarken sakin olmaya gayret edin. Sakin olduğumuzda çocuklar bizi anlayabilirler. Bağırdığımızda ne dediğimizi anlayamazlar, korkarlar, stres içinde olurlar. O yüzden mümkün olduğunca sinirlenmeden, kızmadan, sakince, kısa ve net cümleler kurarak durumu anlatmak lazım. 

Genel olarak çocuk yaptığı davranışın doğal sonucuna katlanmalı. Örneğin, oyuncağını bilerek kırıyorsa tamir etmemeliyiz. Ancak, mesela birine vurduğu bir durumda olduğu gibi her zaman uygulanacak doğal sonuç olmayabiliyor. 

Mola sınır koymada kullanılan bir yöntem. Ancak, molanın 3 yaşından önce kullanılmaması ve çocuğun yaşı ne ise o kadar dakika uygulanması gerekiyor. Çocuk 3 yaşında ise 3 dakika. Daha uzun değil. Gün içinde bile en az 3-5 kez aynı kuralı ihlal edebilir.  Ceza gibi algılamamalı. Mola esnasında keyif alacağı bir şeyle uğraşmamalı. Molayı ihlal ederse süre tekrar baştan başlamalı. Alarm kurarak alarm çaldığında molanın biteceğini söylemek çocuk açısından sürenin daha öngörülebilir olmasını sağlıyor.

Oğlum şu an 3 yaşında. Sınırlar konusunda oldukça zorluyor. Benim şimdiye kadar en zorlandığım dönem bu oldu. Daha önce sınırlarını test etse de böyle bilinçli değildi. Şimdi aslında yapmaması gerektiğini bilerek kuralı ihlal ediyor. Mesela pencereden aşağı çöp fırlatmaması gerektiğini bilmesine rağmen eline geçen her fırsatta pencereden aşağı bir şey fırlatıyor. Ben de önceleri onunla birlikte aşağı inip çöpü çöp tenekesine atıyordum. Sonraları bunu bir eğlence haline getirdi. Çöp atıp gülerek hadi almaya gidelim demeye başladı. Bu sefer onu evde bırakıp kendim aldım. Ama atmaya devam ediyordu. Mola yöntemini kullanmaya başladım. Halen daha test etmeye devam ediyor. Pencereden bir şey fırlatıp şimdi odaya mı gideceğim diyor, sakince odasına götürüp yatağının üzerinde beklemesini söylüyorum. Eskisine göre pencereden bir şey atması oldukça azaldı.

Geçen gün oğlum parkta kum havuzunda oynuyordu. İki yaşlarında bir kız çocuğu annesi ile yanımıza geldi. Bir süre oynadılar. Sonra annesi eve gitmeleri gerektiğini söyledi, kız çocuğu hiç oralı olmadı. Sanki annesini duymuyordu. Annesi kızına devamlı dil döküyor, hadi kızım gitmemiz lazım deyip çeşitli bahaneler ileri sürüyor, ama çocuk hiç oralı olmuyordu. Bilirsiniz genellikle çocuklar biraz daha oyun için annelerini ikna etmeye çalışırlar, zira anne patrondur. Dışarıdan bakınca bu olayda sanki kız çocuğu patron, annesi de onu ikna etmeye çalışan çocuk gibi duruyordu. Sonuçta en az yarım saat daha parkta kaldılar ve biz eve gitmemiz gerektiğini söyleyip kalkıncaya kadar onlar da bizimle kaldılar. 

Böyle durumlarda ben ne yapıyorum? Öncelikle yeni duruma alışması, yani parktan ayrılmaya duygusal olarak alışması için süre veriyorum; "5 dakika sonra gideceğiz" diyorum ve ara ara "2 dakika kaldı" gibi sürenin azaldığını haber veriyorum. "Süre bitti" dediğimde de gerekirse kucağıma alıp parktan ayrılıyorum. Ama bazen gitmeye hiç hazır olmuyor. Süre azalırken girdiği stresten anlaşılıyor. O zaman süreyi açıyorum, "1 dakika kaldı" cümlesini bir 5 veya 10 dakika sonra söyleyip tatmin olmasını bekliyorum. Daha az tepki veriyor. 

Ben Robert J. Mackenzie tarafından yazılan "Çocuğunuza Sınır Koyma" kitabından çok faydalandım. Doğal sonuç gibi pekçok yararlı yöntem sunuyor. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 

Görüşmek üzere...








Not:  Genel olarak mola yöntemini en son çare olarak kullandım. Oğlum da mola yönteminden çok hoşlanmıyordu. 3 yaş civarı çocuk daha da bireyselleşiyor. O yüzden kendi kişiliğini kabul ettirmek için uğraşıyor. Bu süreç, ben bu yazıyı yazdıktan bir ay sonra geçti. En son şöyle bir olay yaşadık. Pencereden aşağıya bir kitabını atacaktı. Atarsa kitabını almayacağımı söyledim. Kitabını attı. Ben ona çaktırmadan gidip kitabı aldım ve sakladım. Daha sonra pencereden baktığımızda kitabın olmadığını gördü, demek ki kitabı başka çocuklar almış dedim. Üzüldü epey. Bir süre sonra, sanki komşumuzun oğlumdan daha büyük çocuğu aynısından olan kendi kitabını oğlum üzüldüğü için vermiş gibi yaptım. Bu olaydan sonra pencereden bir şey atmadı. Benim de mola yöntemini bir daha kullanmam gerekmedi. Mola yöntemini dediğim gibi hep en son çare olarak kullandım. Ama genelde uygularken de içim pek rahat değildi. Özellikle Özgür Bolat'ın 26.Kasım.2015 tarihli "Ceza çocuklara nasıl zarar verir?" yazısında kızma, bağırma, küsme, söylenme veya düşünme köşelerinin de ceza olduğunu okuyunca bu yöntemi uygulamayı tamamıyla bıraktım. Ayrıca, Özgür Bolat'ın 28.Kasım.2013 tarihli "Çocuklara ceza vermek yerine ne yapmalı?" ve 09.Temmuz.2015 tarihli "Ceza neden işe yaramaz?" başlıklı yazılarını da okumanızı tavsiye ederim.

Zaman zaman bilgilerimde değişiklik olduğunda ya da bir yöntemi uygulamayı vazgeçtiğimde blogdaki yazılarımı güncelliyorum. Bu nedenle mola yöntemi ile ilgili bu bilgilendirmeyi yapmak istedim. Sevgilerimle...


16 Nisan 2015 Perşembe

Bir TED Konferansı: Guy Winch, Psikolojik İlk Yardıma İhtiyaç Duymamızın Nedeni (Guy Winch: Why we all need to practice emotional first aid)

Bugün terapi_defteri'nde twitlenen çok başarılı bulduğum bir TED konferansından bahsetmek istiyorum. Guy Winch, 5  yaşındaki bir çocuğun bile fiziksel bir yaralanma durumunda bir yara bandı alıp yarasının üstüne yapıştırmayı bildiğini, ama aynı ilk yardımı/özeni psikolojik yaralanmalarımıza göstermediğimizi belirterek neden psikolojik yaralanmalarımız için de gerekli özeni göstermemiz gerektiği anlatıyor.

Konuşma İngilizce, ama interactive transcript ile konuşulanları yazılı olarak da okumak mümkün. Ayrıca, Guy Winch'in bir de bloğu var: The Squeaky Wheel 

Çok güzel ve faydalı bir konuşma olmuş. İngilizce bilenlerin mutlaka dinlemesi veya konuşma metnini okuması gerektiğini düşünüyorum. Konuşmaya bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 

Görüşmek üzere...


13 Nisan 2015 Pazartesi

Kanser

Geçen hafta Kanser Haftası çerçevesinde düzenlenen kanserle ilgili bir toplantıya katıldım. Ailemde kanser öyküsü olduğu için bu konuda çokça okurum, ama bilmediğim bir sürü şey varmış. 

Bilmediğim en önemli şey esasında kanserli hücrenin ne olduğu ve sağlıklı hücreden farkının ne olduğu imiş. Normalde sağlıklı her hücrenin bir ömrü var. Mesela sağlıklı bir hücrenin yaşamı süresince 70 kez bölünmesi gerekiyorsa, 70'inci bölünmeden sonra bu hücre ölüyormuş. Ancak, kanserli hücre ölmüyormuş ve devamlı bölünmeye devam ediyormuş. Bu nedenle, sağlıklı hücrelerin üstüne yayılarak onların işlevlerini yerine getirmelerini engelliyormuş.

Dünya'da halen en yaygın ölüm nedeni kalp rahatsızlıklarıymış. Kanser de ikinci yaygın ölüm nedeniymiş. Ancak, yakın gelecekte aradaki farkın kapanarak kanserin birinci sıraya yerleşeceği bekleniyormuş. 

Türkiye'de erkeklerde en yaygın kanser türü prostat, sonrasında akciğer ve mide gelirken, kadınlarda en yaygın kanser türü meme kanseri, sonrasında rahim ve mide geliyor. 

Kanserin en büyük iki nedeninden birincisi %25-%30 oranla sigara, diğeri %20-%25 oranla yeme alışkanlığımız imiş.  Genetik faktörlerin etkisi %5 civarındaymış.  

Dikkat edilmesi gereken en önemli şey, kanser yapıcı etkisi olan bir şeye ritmik olarak maruz kalmamak. Eğer ritmik olarak maruz kalınırsa vücutta oluşacak birikim nedeniyle kanserli hücrelerin oluşma ihtimali yüksekmiş. 

Eğer ailede kanser öyküsü varsa, bir kişi yakınının kansere yakalandığı yaştan 10 yıl öncesinde kanser taraması yaptırmaya başlamalı. Örneğin, annesi 50 yaşında rahim kanseri olan bir kadın 40 yaşında rahim kanseri için tarama yaptırmalı. 

Kolon kanseri de Türkiye'de oldukça yaygın. Bu nedenle 50 yaşında herkesin bir kez koloskopi yaptırması gerekiyor. Eğer bir kişinin bağırsağında adonim (polip) bulunmuşsa, ortalama olarak 3 yıl sonra adonimlerin kolon kanserine dönüşmesi bekleniyor.

Erkeklerde 80 yaşından sonra prostat kanserine yakalanma oranı %90 imiş. 

Mide kanserinin en yaygın olduğu ülkelerden birisi Japonya ve Japonların beslenme alışkanlığı nedeniyle mide kanserine yakalandıkları tespit edilmiş. Beslenmelerinde tuzlu ve tütsülenmiş gıdalar önemli bir yer tutuyor. Ülkemizde de tuz tüketimi oldukça yaygın. Yemeklerimizde kullandığımız tuz oranı yüksek ve salamura ürünleri çok tüketiyoruz. Buzdolabının keşfinden önce besinleri saklamak için tuz kullanmak çok yaygın olduğu için mide kanseri daha yaygınmış. Şimdi bu oran azalmış. Ama ülkemizde tuz tüketimi halen çok yüksek. 

Beslenmede dikkate etmemiz gereken ikinci önemli konu yanık besinler yememek. Yanmış et en çok maruz kaldığımız besinlerden bir tanesi. Bu nedenle eti pişirirken yakmadan pişirmeye özen göstermeliyiz. Sucuk, salam, sosis gibi işlem görmüş etlerden de uzak durmak gerekiyor. 

Bol posalı gıdaları tüketmeye özen göstermeliyiz. Bu nedenle meyve yerine daha çok sebze tüketmekte fayda var. 

Yine katkılı maddeli olan hazır gıdalardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız. GDO'lu ürünlerin ise sağlığımıza etkisi şu an hiç belli olmadığından kesinlikle tüketmemeliyiz. 

Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeliyiz. Mevsimi olmadığı zaman ister istemez kimyasallar işin içine giriyor.

Son olarak spor yapmalıyız. Spordan kasıt bir şekilde hareket etmeliyiz. Yine kansare çanak tutan obezite ile mücadelenin en etkin yönteminin hareket olduğunu unutmayalım.

Sağlıklı günler...








10 Nisan 2015 Cuma

Utanca Boğulmuş Yetişkinler

Geçen gün biri kadın diğeri erkek iki iş arkadaşımla ayaküstü işyerinde konuşurken konu konuyu açtı ve konu kadın doğurganlığına geldi. Erkek arkadaşım evli ama çocuksuz, kadın arkadaşım da benim gibi evli ve bir çocuklu. Konuştuklarımız genel hatlarıyla kadının en doğurgan olduğu dönemin 18-28 yaş arası olduğu, 35 yaştan sonra kadınların yumurta kalitesinin ciddi anlamda düşmeye başladığı ve bu yaştan sonra tüp bebek yöntemiyle bile hamile kalmanın zorluğu idi. Tam biz konuyu yeterince konuşmuş ve kapatmak üzereyken, bir evli ve iki çocuklu  başka bir kadın arkadaşımız sohbete dahil oldu. Ama ne dahil oluş! Birden sohbetinize kulak misafiri oldum, ne konuşuyorlar diye dinlemeye başladım diyerek bu konuyu neden erkek arkadaşımızla konuştuğumuzu anlayamadığını bizi ayıplayan ve hayret eden bakışlar eşliğinde bir çırpıda söyledi. Bizim tepkimiz ise, birbirimize utançla bakıp biz bu konuya nasıl geldik diye mırıldanmak ve çil yavrusu gibi dağılmak oldu. 

Sonradan bu konu üzerinde kafa yormaya başladım. Biz utanılacak ne tür bir sohbet yapmıştık? Erkek arkdaşım bu sohbetten rahatsız olduysa bir şekilde sohbetten uzaklaşmanın yolunu bulamaz mıydı? Ayrıca kadınlar ve erkekler bu konuları konuşamazlar mı? Kadınlar ve erkeklerin birlikte konuşabilecekleri konular hakkında bir liste mi vardı? Neden sohbeti sürdüren 3 yetişkin utançla dolmuştuk? İçimizden birimiz bile neden bu konuyu konuşamayacağımızı  sakince soramadı? Ben bu sorularla başbaşa kaldım. Aklıma sohbetlerinde Doğan Cüceloğlu'nun vurgu yaptığı "utanca boğulmuş çocuk" tanımlaması geldi. Utanca boğulmuş çocuk halimiz yetişkin bize eşlik ediyordu. Tamam bunu fark ettim de, esas konu benim bu çocuğu utanca boğulmaktan nasıl kurtaracağım.

Daha yolum/yolumuz maalesef uzun. Umarım çocuklarımız kendilik değerinin farkında olan sağlıklı bireyler olarak yaşarlar ve biz anneler bunun farkında oluruz...

6 Nisan 2015 Pazartesi

Ne Zaman ve Kime Göre Başarılıyız?

Ülkemizde olaylara ve kişilere çok başarı odaklı bakıyoruz. Karne notları, sınav puanları çok önemli. Halbuki süreç devamlı olarak göz ardı ediliyor. O yıl çocuğumuz çok çalışsa ve gayretli olsa da bu gayret bir şekilde karnesine yansımamışsa çocuğumuzu çoğu zaman takdir etmiyoruz. Mesela, senden daha yüksek not alan oldu mu diye sorabiliyoruz. 

Ne zaman ve kime göre başarılıyız? Tanıdığım iki arkadaşım var. Birisi üniversiteden mezun olur olmaz girdiği iş sınavlarında başarılı olarak kamuda iyi bir pozisyonda işe başladı ve 15 yıldır aynı pozisyonda. Diğer arkadaşım özel bir şirkette sıradan bir satış elemanı olarak işe başladı ve 15 yıl sonra gelecek vaad eden bir müdürlük pozisyonunda bulunuyor. Şimdi bu arkadaşlarımdan hangisi daha başarılı? Kamuda çalışan arkadaşım artık işinin kendisine bir şey katmadığını ve eve ekmek götürebilmek için mesaisine devam ettiğini söylüyor. İşini sevmiyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım başladığı noktaya göre 15 yılda giderek daha başarılı bir grafik çiziyor ve başarısını da sürdüreceğe benziyor. Belki 15 yıl önce kamudaki arkadaşım daha başarılı gibi görünüyor, ama süreç içinde olduğu yerde sayıyor. Özel sektörde çalışan arkadaşım ise başlangıçta daha başarısız gibi görünüyor, ancak 15 yıl içinde kariyerinde devamlı olarak ilerleme kaydediyor ve muhtemelen şu an iş tatmini daha yüksek. Başka bir deyişle, şu an daha başarılı gibi gözüken kişi özel sektördeki arkadaşım. İşte, kimin daha başarılı olduğu aslında tamamiyle göreceli bir kavram ve kişiye göre değişiyor.

Bilerek ve isteyerek psikoloji okumak isteyen bir öğrenciyi ele alalım. Üniversite sınavında çok yüksek bir puan alamış ve özel bir üniversitede psikoloji okuyor olsun.  Psikoloji bölümü bu öğrencinin bilinçli olarak tercih ettiği ve okumak istediği bir bölüm. Çok muhtemek ki, bu öğrenci okuldayken de mezun olduktan sonra da kendini bu alanda şevkle geliştirecek ve çok iyi bir psikolog olacak. Şimdi daha yüksek bir puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan, ancak ilgi alanı psikoloji olmayan bir öğrenciyi ele alalım. Yine çok muhtemel ki bu öğrenci ilgi alanı psikoloji olmadığı için kendini bu alanda yeterince geliştiremeyecek ve vasat bir psikolog olacak. Peki bu iki öğenciden hangisi daha başarılı? Sadece hangi üniversitede okuduklarına bakarsak daha yüksek puanla öğrenci alan üniversitede psikoloji okuyan öğrenciye belki  daha başarılı diyeceğiz. Ancak, mezuniyetten sonra hangisinin daha başarılı bir psikolog olduğuna bakarsak muhtemelen ilgi alanı psikoloji olan öğrenciyi daha başarılı addeceğiz. 

Son örnekle ne demek istediğim sanırım daha net anlaşıldı. Her şeyi çok kategorize ediyoruz. Hayatımızın belli bir anında çok başarılı hissederken belli bir anında başarısız hissedebiliriz. Ancak, hayat devam ediyor, süreç devam ediyor, bir başarısızlık sadece bir olaya özgü, bütün bir hayata özgü değil.

Çocuğunuzun karnesi iyi değilse ya da sınav sonucu iyi değilse, sadece o karne için ya da o sınav için başarılı olamadı diyebiliriz. Ama çocuğumuz karneye yansımamış, ancak farkında olmadığımız çok şey öğrenmiş olabilir. O yüzden sürece odaklanmak gerekiyor ve hayat devam ettiği sürece süreç de devam ediyor. 

Bu konuda A. Kadir  Özer'in "Var Olmak Cesaret İster" kitabını tavsiye ederim. Kadir Bey'in deyimiyle kendimize bir insan borsası içinde fiyat biçmekten artık vazgeçelim. 

Görüşmek üzere...








Success isn't always what you see

(Not: Yazımı yayımladıktan sonra twitter aracılığıyla takip ettiğim terapi_defteri'nde twitlenen bir karikatür anlatmak istediklerimi çok güzel özetlemiş, sizlerle paylaşayım istedim.)






10 Mart 2015 Salı

Çocukluğunda Annesine Güvenli Bağlanamamış Bir Yetişkin Ne Yapmalı?

Bloğum İnternette yapılan güvenli bağlanma konularındaki taramalarda ilk sayfalarda görünüyor. Yapılan taramalardan bir kısmı yetişkinlerin "Annesine güvensiz bağlanan bir kişi ne yapmalı?" sorusunu içeriyor. Bu soruyu görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim. Öncelikle psikoterapi görmekte yarar var. Ancak, maddi imkansızlık ve iyi bir psikolog veya psikiyatrist bulamamak bazen bu yolu kapatabiliyor. Her şeyin ötesinde kişinin kendisi ile yüzleşebilmeye hazır olması gerekiyor. Bu aşamada kitaplar oldukça faydalı. Ama temeli boş olan iyi düşün, iyilik bulursun gibi kitaplar ancak geçici bir iyilik sağlarlar. Ben kendi adıma kişisel gelişim kitaplarındansa çocuk psikolojisine dair kitaplardan çok şey öğrendim. Zira, çocuğunuza şöyle davranırsanız ileride çocuğunu böyle olabilir diyerek, kendinizdeki izleri bulmanızı kolaylaştırıyor.

Ben de çocukluktaki bazı anılarımı hatırlamak istemezdim. Bir gün bu anılarımla yüzleşmeye karar verdim ve bu anıların hepsini yazdım. Yazarken yine üzüldüm. Ancak kendi duygularımın farkına varabildim. Sonra yazılarımı bir arkadaşımla paylaştım, bunun üzerine uzun uzun konuştum.  O duygularımı ifade etmek beni rahatlattı. Önümdeki en büyük engelin duygularımı ifade etmemek olduğunu anladım. Kendime şefkat gösterdim (son dönemin en yaygın çalışma alanı özşefkat ve özsaygı). Halen o küçücük çocuğun gözleriyle hayata baktığımı gördüm. Sonra ailemin beni inciten o davranışlarının arkasındaki iyi niyeti de keşfettim. Kendi bildiklerince iyi bir çocuk yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bildikleri o kadardı. Beni üzen o anılar artık sıradan herhangi bir anı gibiler. Konuşmak ya da anlatmak beni yaralamıyor artık.

Tavsiye edilen bir yöntem de acı veren çocukluk anınıza dönüp yetişkin sizin aynı sahneye dahil olması, o çocuk halini teskin etmesi, yanında olduğunu söylemesi ve onu korumasıdır. Denemekte fayda var. Ayrıca, yetişkinlik döneminizde büyükanne, büyükbaba, eşiniz, arkadaşlarınız ve hatta çocuklarınız bağlanmanızı tamamlamanızı ve atlatmanızı sağlayan insanlar olabilir. 

Çocukluk döneminde yaşadıklarımızla hayatı anlamlandırıyor  ve şemalar oluşturuyoruz. Yani çocukluğumuzda deneyimlediğimiz ve çözemediğimiz konuları yetişkinlik döneminde de aynı duyguları yaratacak seçimler yaparak devam ettiriyoruz. O yüzden sahip olduğumuz şemaları keşfedip ona göre önlemler almamız gerekiyor. Önereceğim kitap Jeffrey E. Young ve Janet S. Klosko tarafından kaleme alınan "Hayatı Yeniden Keşfedin". Kitapta sıklıkla karşılaşılan 12 şema anlatılmış. Şemanızı nasıl tanımlayacağınıza dair bir tablo da var. Sonrasında daha uzun açıklamaları okuyarak şemalarınızı daha doğru adlandırmanız mümkün. Şemalarınızla nasıl başedebileceğinize dair öneriler var. Alper Hasanoğlu'nun da şemalar konusunda bir kitap çalışması varmış ve bu kitaptan daha iyi olacağını iddia ediyor. Merakla bekliyorum. Ayrıca, ihmal edilmiş bir çocukluk geçirenlerin Jasmin Cori'nin "Varolan Annenin Yokluğu" kitabını okumasında fayda var diyorum. Kitabın son bölümleri yaralarınızı sarmanız için size bir takım teknikler öneriyor. 

Annelik süreci insanın kendisiyle de yüzleşmesini içeren bir süreç. Yoksa kendi yaralarımıza sahip çocuklar yetiştirmemiz çok büyük olasılık. Çocuktan gayrı her birimiz daha iyi bir hayat sürdürmeyi  hak ediyoruz...

Umarım önerilerimin bir nebze olsun faydası olur. Görüşmek üzere...


İlgili Yazılar:

Bağlanma Stillerinin Yetişkinlik Dönemine Etkileri

Bebeklerin Tercihi Besleyen Anne mi? Dokunan Anne mi?

Ainsworth`ün Bebeklerde Gözlemlediği Onüç Güvenli Bağlanma Davranışı

Bağlanma Kuramı, Imprinting ve Hassas Devre

Bağlanma Kuramı ve Bağlanmayı Sağlayan Genetik Davranışlar

Güvenli Bağlanma Nasıl Gerçekleşir? - Adem Güneş'in Önerileri

Güvenli Bağlanma Nedir?

2 Mart 2015 Pazartesi

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 5 (Hizmet Davranışları)

Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell'ın "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabında beşinci ve sonuncu sevgi dili olarak hizmet davranışları anlatılmış.

Anne ve baba olmak çocuklarımıza hizmet etmeyi gerektirir, 24 saat ve bir ömür boyu devam eden bir iş gibidir. Bu işten hayat boyu ayrılabilmemiz de mümkün değildir. Ama bir o kadar da keyifli bir iştir. Ancak, çocuklarımıza hizmet etmek hem duygusal hem de fiziksel anlamda zahmetlidir. Fiziksel sağlık için dengeli uyku, beslenme ve egzersize ihtiyacımız vardır. Duygusal sağlık için ise kendimizi çok iyi tanımamız ve karşılıklı destek veren bir evlilik ilişkisini yürütebiliyor olmamız gerekmektedir. Çocukların onlara dengeli bir yaşam modeli sunacak anne ve babaya ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, evliliğimize de zaman ayırmak iyi bir ebeveyn olmanın parçasıdır. 

Çocuklarımıza hizmet ederken amacımız onu en fazla sevindiren şeyi değil, en iyi olanı yapmaktır. Örneğin, çikolata vermek çocuğumuzu mutlu edecektir, ama en doğru besin kaynağı değildir. Öte yandan, amacımız yine çocuklarımızı bizim istediğimiz kalıplara sokmak olmamalıdır. Çocuklarımızın armağan ve yardım taleplerine teslim olursak, onların çocukça bencilliklerine devam etmelerine ve ileriki hayatlarında egoist bireyler haline gelmelerine yol açabiliriz. Armağan ve hizmet davranışı yoluyla sevgimizi göstermeye tabii ki devam etmeliyiz, ama uygun bir şekilde kullanıp onların gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde devam etmesini sürdürmeye çalışmalıyız.

Hizmet davranışlarımız çocuğumuzun hizmet ve sorumluluk anlayışı için bir model olacaktır. Hizmet davranışı ile daha çok kasdedilen çocuklarımızın yapamayacakları şeyleri onlar adına yapmaktır. Örneğin, iki ya da üç yaşındaki çocuğumuza kendimiz yemek yedirebiliriz, ancak altı yaşındaki çocuğumuza halen bizim yemek yedirmemiz uygun bir davranış değildir. Dört yaşındaki çocuğumuzun yatağını biz yapabiliriz, ancak on yaşındaki çocuğumuz yatağını artık kendisi yapabilir. Yapacağımız hizmet davranışı çocuğumuzun yaşına, yapabileceklerine uygun olmalıdır.

Bir de çocuklarımıza önce hizmet ederiz, ama hazır olduklarında önce kendilerine sonra başkalarına nasıl hizmet edeceklerini öğretiriz. Ama bilirsiniz çocuklara bir şey öğretmek zaman alır. Örneğin, çocuğumuza yemek yapmasını öğretmek yemeği kendimizin hazırlamasından daha çok vakit alır. Ama hayat akışı içerisinde bir takım becerileri kazanması açısından yaşına uygun bazı yemekleri yavaş yavaş öğretmek gerekir. Toplumumuzda halen bir yumurta kırmaktan aciz yetişkinler bulunmaktadır. Bu tür şeyleri öğretmek çocuklarımıza beceri kazandırır, kendi ayaklarının üzerinde durmayı daha iyi becerirler. Liseyi yatılı bir okulda okudum. Ondört yaşındaydık. Bazılarımız çamaşır nasıl çitilenir bilmiyordu. Çamaşır makinası gibi eliyle suyun içinde dolaştırınca çamaşır yıkanır sanıyordu. Bu tür işleri yapmak zorunda değiliz, ama bilmek çoğu zaman insan hayatını kolaylaştırıyor. İnsanın üzerindeki tedirginliği atmasını sağlıyor. O yüzden zamanı geldikçe çocuklarımıza bu becerileri kazandırmalıyız. Ancak, kendi ayakları üzerinde durması kısmını fazla abartmamak lazım. Bazen bizim hizmetimizi sadece sevildiklerini hissetmek için isteyebilirler. Bu tür ayrımların bilincinde olmalıyız.

Sevgiyle verilmiyorsa aslında hizmetin pek bir anlamı yoktur. Çocuklarımıza veya eşimize kızarak sert bir tavırla hizmet ettiğimizde, fiziksel gereksinimleri karşılansa bile duygusal gereksinimleri karşılanmış olmayacaktır. O yüzden içimizden gelerek sevgiyle hizmet etmeliyiz. O zaman içimizdeki sevgiyi, enerjiyi başkalarına doğru bir biçimde aktarırız.

Yardım kuruluşlarında gönüllü olarak çalışmak bizim toplumumuzda pek yaygın değildir. Bu konu üzerinde anne baba olarak pek durmuyoruz. Geçenlerde Vehbi Koç Vakfı, eğitim alanındaki ödülünü Matematik Köyü projesi nedeniyle Nesin Vakfı'na verdi. Gazete haberlerine göre törende Mustafa Koç, 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre hayırseverlikte 135 ülke arasında 128'inci olduğumuzu belirtmiş. Yapılan anket çalışmasında, katılımcılara son bir ayda bir hayır kurumuna bağış yapıp yapmadıkları, gönüllü bir çalışmaya katılıp katılmadıkları ve tanımadığı birine yardım edip etmedikleri sorulmuş ve verilen yanıtlara göre sıralama yapılmış. Görüldüğü üzere, başkalarına yardım etmek için özel bir çaba sarf etmiyoruz. Ancak, birisi yolumuzu keser de yardım isterse o zaman bir iki kuruş yardım ediyoruz ya da dini bir vesileyle yardım etmemiz söz konusu. Ailesine ve evinin dışındaki insanlara yardım eden anne ve babalarla yaşayan çocuklar karşılık beklemeden başka insanlara hizmet etmeyi öğrenirler. Çocuklarımız küçükken doğaları gereği bencildirler, kendiliklerinden başkalasına yardım etmeleri beklenemez. Bencilliklerinden arınarak başkalarına hizmet etmeyi öğrenmeleri zaman alır.

Çocuklarımız büyüdükçe ve minnet duymayı öğrendikçe, yavaş yavaş emir vermek yerine ricada bulunmaya başlayabiliriz. Zira onlar için yapılanların daha çok farkındadırlar. Ricalar zorunluluk içermez. Kendilerine bir şey yapmaları emredildiğinde çocuklarımızın minnetlerini ifade etmeleri zor olacaktır. Örneğin, "Babana teşekkür et" demekle "babana teşekkür eder misin?" demek arasında fark vardır. Ricada bulunmak daha yatıştırıcı ve sinirlenmeyi önleyicidir. İnsanlara olumlu ve iyi davranmamıza yardımcı olur.

Hizmet davranışları esanasında asla koşullu sevgi göstermemeliyiz. Ebeveynler sadece çocuklarının davranışlarından memnun kaldıklarında kendilerinden bekleneni yapıyorlarsa bu koşullu bir hizmet davranışıdır. Bu durumda, çocuklarımız kendi çıkarları varsa başkalarına yardım edilmesi gerektiği mesajını alacaklardır.

Misafirperver bir anne ve babanın çocuğunun misafirperver olması büyük olasılıktır. Misafirperver bir aile insanları daha iyi tanır ve daha güçlü dostluklar geliştirir. Misafirlerimizi restoranlar yerine evimizde ağırlamaya gayret etmeliyiz. Evin sıcaklığı ve samimiyeti başkadır.

Çocuklarımıza her zaman bize yardım etme fırsatını vermeliyiz. Örneğin, omlet yaparken çocuğumuz yumurtaları kırmak istiyorsa bırakalım o kırsın. İstekliyken ona bize yardım etmesine olanak tanıyalım.

Temel sevgi dili hizmet davranışı olan çocuklar, bizden bir şey isterken bizden sadece bu işlerin yapılmasını istemezler, sevgimizi hissetmeye çalışmaktadırlar.


Temel sevgi dili hizmet olan çocuklar ne diyor?


Oniki yaşında bir erkek çocuk "Annemin beni sevdiğini biliyorum, çünkü düğmem düştüğünde dikiyor ve her gece ödevlerime yardım ediyor. Giysi ve yemek alabilelim diye çok çalışıyor." diyor.

Uzun süreli sağlık problemleri olan yedi yaşındaki bir çocuk, "Annemin beni sevdiğini biliyorum, ödevim için yardıma ihtiyacım olursa yardım ediyor. Doktora gitmem gerektiğinde işten izin alıp doktora götürüyor. Hasta olduğumda bana çorba yapıyor." diyor.


27 Şubat 2015 Cuma

Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili - 4 (Armağanlar)

Gary Chapman ve Dr. Ross Campbell'ın "Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili" kitabında dördüncü sevgi dili olarak armağan anlatılmış.

Çocuklarımıza sadece armağan vermek, çocuklarımızın sevildiklerini hissetmesini sağlamaz. Armağanla birlikte, önemsendiklerini de hissettirmemiz gerekmektedir. Bu nedenle, armağanın yanı sıra diğer sevgi dillerinde de sevgimizi göstermeye devam etmeliyiz. Özellikle temel sevgi dili armağan olan çocukların diğer sevgi dillerinde de sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Kitapta iki kız çocukları olan ve sık sık seyahate giden bir aileden bahsediliyor. Anne ve baba eve döndüklerinde küçük kızları getirdikleri hediyeler için çok heyecanlanıp seviniyor, hediyeleri odasında özel bir köşeye koyuyor ve arkadaşlarına son gelen hediyeleri mutlaka gösteriyormuş. Ancak, büyük kızları hediyelerle çok da ilgilenmiyor, anne ve babasının seyahat hakkında konuşmasından daha büyük heyecan duyuyor ve seyahati en küçük ayrıntısına kadar dinliyormuş. Anne ve baba beş sevgi dilinden haberdar olduktan sonra küçük kızlarının temel sevgi dilinin armağan olduğunu, büyük kızlarının temel sevgi dilinin nitelikli zaman olduğunu keşfetmişler. 

Gerçek bir armağan alınan bir hizmet karşılığı verilmez. Karşılıksız olmalıdır. Kişiye duyulan sevginin bir ifadesidir. Eğer anne ve baba çocuğuna odasını temizlemesi karşılığında bir armağan veriyorsa bu armağan bir hizmet karşılığıdır ve karşılıksız değildir. Aslında sevildiğini hissetmeyen bir çocuk armağanı yanlış yorumlayıp koşullu verildiğini düşünebilir. Bu nedenle, armağanlara değer vermez. Bu çocuklar verilen armağanları ya bir köşe atarlar ya da kırarlar. Dolayısıyla, temel sevgi dili armağan olan bir çocuk için diğer sevgi dillerini de kullanarak sevildiğini hissetmesinin sağlanması gerekmektedir.

Armağanın büyüklüğü ve fiyatı önemli değildir. Önemli olan ifade ettiği sevgidir. Örneğin, sıradan bir eşya olarak çocuğumuzun okul kıyafetlerini bir hediye paketi yapıp vermek çocuğumuzu heyecanlandıracaktır. Zira armağan paketi açmak her çocuğu heyecanlandırır. 

Çocuklarımız için oyuncak alırken reklamlar gibi dış uyaranlardan etkilenmemeliyiz. Aldığımız oyuncaktan çocuğumuzun nasıl etkileneceğini iyice düşünmeliyiz. Her oyuncağın eğitici olması gerekmez, ama olumlu bir etkisi olmalıdır. 

Çocuklarımızı armağanlara boğup diğer sevgi dillerini ihmal etmek sakıncalıdır. Genellikle çocukları ile yeterince ilgilenemeyen anne ve babalar bu açıklarını hediye alarak telafi etmeye çalışırlar. Böyle bir durumda, çocuklar armağanlar ile insanların duygu ve davranışlarını kontrol etmenin mümkün olduğunu öğrenirler ve çıkarcı, materyalist birer insan olup çıkabilirler. Öte yandan, çocuğumuza çok fazla armağan almak, odasını adeta bir oyuncakçı dükkanına çevirmek armağanın özelliğini kaybetmesine neden olur. Çocuk için armağanlar bir yük haline gelmeye başlar ve çocuk armağanlara duyarsız hale gelir. 

Bayram, yılbaşı ve doğum günü hariç armağanların çocuklarımızla birlikte seçilmesi gerekir. Özellikle çocuklarımız büyüdüğünde armağanları birlikte seçmeye gayret etmemiz gerekir. Zira büyüdükçe çocuklar kendi giyim tarzlarını ve zevklerini oluştururlar. 


Temel sevgi dili armağan olan çocuklar ne diyor?


Temel sevgi dili armağan olan çocuklar armağanı aldıklarında daha farklı davranacaklardır. Armağanlarına daima önem verirler. Armağanın paketlenmesini veya en azından benzersiz ve yaratıcı bir sunumla verilmesini beklerler. Çoğunlukla armağanlarının paketlerini sevinç çığlıkları ile açarlar. Kendilerini paketi açarken çok özel hissederler ve o anı bizimle paylaşmak isterler. Armağanı açtıklarında bize sarılıp bol bol teşekkür ederler. Yeni armağanlarını sergileyebilmek için odalarında özel bir yer hazırlarlar. Arkadaşlarına da bu armağanları anlatırlar ve izleyen günlerde defalarca bize gösterirler. Ne kadar beğendiklerini söyleyip dururlar. Armağanı görmek onalara sevildiğini hatırlatır. Onlar için armağanın kendisi çok da önemli değildir, önemli olan bizim onları düşünmüş olmamızdır. Bu yüzden armağanın zarar görmesi ya da yerinin değiştirilmesi travmatik olabilir. Bu tür çocuklara diğer sevgi dillerinde de sevgimizi göstermek konusunda daha hassas olmalıyız.

Beş yaşındaki çocuk anaokulu öğretmeninin onu sevdiğini düşünüyor, çünkü öğretmeni ona bir hediye vermiş. 

On sekiz yaşında üniversiteye yeni başlayacak bir genç kız, kendisine hediye edilen arabayı gösterip anne ve babasının kendisini sevdiğini her zaman hissettirdiklerini söylüyor.